Cumhuriyet ailesi kadına Atatürk tarafından birçok hakkın verildiği bir dönemde başlamaktadır. Ancak geçen yıllar içerisinde Atatürk sayesinde her hakka sahip olmasına rağmen bu haklar yok sayılmak adına haklarından ve kültüründen uzaklaştırılan kadınlar birçok problem yumağı içerisinde çırpınmakta ve kendisine bir çıkış yolu aramaktadır. Kadına yaşatılan bu problemler, dolayısıyla aileyi ve milleti de perişan etmektedir. Ekonomik hayat içerisinde bin bir sıkıntıyla yer almaya çalışan kadından hayatı cahiliye cinayetleriyle sonlandırılmaya çalışılmakta. Bunu yapanlar ise töre cinayeti adı vererek Türk milletinin törelerini suçlu görmelerini sağlamak niyetindedirler. Kadına, kız çocuğuna ve anneye gösterilen saygı ve hürmet ortadan kaldırılmaya, kadına karşı şiddet, vefasızlık, sadakatsizlik, güvensizlik ve hoş görüsüzlük sergilenmektedir. Medyada Türk kadının sahip olduğu değerler adeta hor görülmekte, kendisine, ailesine, milletine, vatanına, inançlarına karşı hiçbir sorumluluğu olmayan kendi zevkleri, arzuları, istekleri, uğruna gününü gün eden bir kadın imajı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bunu yapanlar çok iyi biliyorlar ki bir milleti ve bir aileyi yok etmenin yolu kadını kendi değerlerinden uzaklaştırmak mümkün olacaktır.Sarp dağlarda doğmuş, geniş topraklarda var olmuş, çok çeşitli medeniyetlerle birlikte yaşamış, civar komşularıyla olumlu ve sıkı ilişkiler kurmuş eski Türklerde , aile hayatı ile onun temeli kadın; sosyal eşitliğe ve dini üstünlüğe sahipti. İslamiyet'ten önceki Türk toplumunda kabul gören inanç, Şamanizm’di. Yüksek Türk kültürünün mahsulü olan bu inançta ; tabiatın korunması , insanların doğanın koruyucusu ve parçası olduğu dinsel ayinlerle anlatılırdı. Suyun , toprağın , ateşin, havanın , doğanın olan her öğenin dini bir kimliği ve adı vardı. Bütün canlıları ve tabiatı yaratan tek üstün gücün adı Ülgen’di. Ondan sonra Umay Ana gelirdi. Yedinci yüzyılda yazılmış Orhun kitabelerinde , Bilge Kagan ikinci Göktürk imparatorluğunun kuruluşunu anlatırken , annesinden söz eder. Annesi İlBilge Hatun’u; sevgi, şevkat, iyilik ilahesi Umay’a benzetir.
Eski Türklerde , anayla oğul arasındaki kuvvetli ilişki ve bağlılık , destanlara konu olmuştur...
Dirse Han oğlu Boğaç Han destanı, ana - oğul sevgisinin işlendiği güzel bir örnektir. Dirse Han , kırk yalancının iftira ve telkinlerine inanarak , oğlu Boğaç’ın kötü ve hain çocuk olduğuna kanaat eder. Beraber çıktıkları ilk avda oğlunu okla yaralar. Oğlunu yarı baygın bulan Burla Hatun’un yüreğine ateş düşer. Oğlunu öper sarar ve başında gözyaşı döker. Anasını gören Boğaç , yarasını unutur , dillenir. Konuşmaya başlar. Anası, Boğaç’ın sözlerine kulak kesilir. Boğaç Han annesine : ‘Babamın attığı okla yaralanınca yanıma Hızır geldi. Yaramı sardı , sıvazladı ve sana bu yaradan ölüm yok dedi. Ananın sütü ile dağ çiçeği senin merhemindir dedi’ der. Burla Hatun, yaralı oğlunu ana şefkatiyle tedavi eder. Dede Korkut hikayelerinde işlenen analık ve kadınlık temaları, hep kahraman kadınlarla süslüdür. Analık duygusu, sadakat, kahramanlık, misafirperverlik, toprak sevgisi, din sevgisi ; Dede Korkut destanındaki kadınların ortak özelliğidir.
İslam dininin Orta Asya’ya girmesiyle , büyük kitlelerle bu dini kabul eden Türkler , İslâm dinini benimsediler. İslâm sonrası sözlü edebiyatımızda din öğesi çarpıcılıkla işlenmiş , kahramanlıkların kaynağı olarak gösterilmiştir. Trabzon tekfurunun Selcen ismindeki kızı , tam Kan Turalıya göredir. Selcen kızı istemeye gittiklerinde, kızın babası bir şart koşar. Kan Turali , Selcen'le evlenebilmek için üç tane azgın canavarı öldürmelidir. Bunun üzerine canavar avına çıkan Kan Turali , üç azgın yaratığı öldürür ve Selcen'le nişanlanır. Birlikte gezmeye çıktıkları günlerin birinde , yolda önleri kafir ordusuyla kesilir. Kan Turali ve Selcen Hatun , kafirlere karşı savaşır ve büyük başarı kazanırlar. Eski Türk kadını, destanlarda; kılıç tutan, savaşan, yenilmez olarak anlatılır.
Bozkır cemiyetinde yaşayan kadınlarda , erkekler kadar düşman saldırısına açıktır. Yapılan bir düşman saldırısında, kendilerini müdafaa etmek için erkek gibi kılıç kullanmayı bilmek zorundaydılar. Göçebe olarak yaşayan Türklerin kadınları , savaşa girecek kadar güçlü ve dövüşkendiler.
Eşler arasındaki ilişkide, eski Türklerde eşitlik temeline dayalıydı. Büyük Hun imparatoru Attila’nın huzuruna çıkacak olan Doğu Roma elçileri , ilk önce Attila’nın karısı Arıkan Hatun tarafından kabul edilirdi. Bu kabul, dönemin medeniyetleri tarafından yadırganmış, tuhaf karşılanmıştı . Yunan tarihçi Priskos’un anlattığı bu kabul, Hun imparatoru Attila’nın karısının, en az kendisi kadar siyasi nüfuz sahibi olduğunu gösteriyor. Buyruklar mutlaka ‘ Han ile Hatun buyuruyor ki..’. diye başlardı.Hatunun adının geçmediği buyrukların geçerliliği olamazdı. Türk töresinde , kadının bütün hakları erkekle eşit olarak tanzim edilmiş , sosyal yaşam ortak kurulmuştu. Ailenin üç çocuğu olmuşsa, büyük çocuk erkek, diğer ikisi kızsa , ağabey atına atlar başka diyara göçerdi. Miras kız kardeşleri arasında eşit bölünsün diye , ağabey hakkından feragat ederdi. Kız çocukları asla horlanmaz , erkek çocuk gibi yetiştirilirdi. Sevilir , ailenin neşesi gibi görülürdü.
Aile hayati içinde kadınlar, eşlerinden büyük saygı görür, bazı diğer toplumlarda olduğu gibi dışlanmazdı. Tek eşlilik şerefti. Çok eşlilik ayıplanırdı. Eski Türklerde çocuk doğurmak kadının ilk vazifelerindendi. Hal böyleyken, kadının çocuk doğurma yetisi olmadığı durumlarda bile, horlanmaz, ezilmez, boşanmazdı. Boşanmak , eski Türkler arasında ender rastlanır bir durumdu ve toplum içinde kabul görmez ayıplanırdı. Törelerine sımsıkı bağlı olan eski Türkler , aile hayatlarını kutsal mâbed gibi görürlerdi.
İslâm öncesi ve sonrası olarak iki bölümde sınıflandırılan Türk tarihinde, İslâm sonrasında çoğu zaman kadın eşitliğinden ödün pek verilmemiştir.Selçuklular dönemindeki Türk kadınları , Arap tarihçilerin ve seyyahların kaleminden sıkça yazılmıştır. Arap kadınlarından farklı olarak gördükleri Türk kadınlarının ; ata binmesi, ok atması, yüzlerini örtmemesi, Türk zevkine göre güzelce örtünmeleri , Arap tarihçilerin dikkatini çekmiştir. Türk kadınlarının yöneticilik yapması , söz sahibi olması da , Arap kaynaklarında bulunan bilgilerdir.İslâm sonrasının büyük kadınlarından biri Terken Hatundur. Türk yurtlarını gezen seyyahların notlarında , Türklerin kadınları hakkında yazılmış birçok tespitler vardır.Mesela Ibni Batuta ‘Seyahatnamesi’nde söyle der : ‘Hatunlar sokağa büyük merasimle çıkar. Türk kadınları yüzlerini örtmezler’. İslâm sonrası Türklerin arasına giren Ibni Batuta , Ibni Fadlan gibi seyyahlar , Türk kadınlarını çok serbest bulmuş ve şaşırmışlardır.Erkeklerle bir oturan , sakınmayan çekinmeyen Türk kadınları ,Arap ve Fars kaynaklarında uzunca tasvir edinmiştir. Rahat oldukları kadar ağır ve vakur olan Türk kadınlarına yaklaşmanın mümkün olmadığı da yazılmıştır.Türkler arasında, herkesin olduğu gibi kadınlarında din özgürlüğü sınırsızdı.Din seçiminde baskı yapılmazdı.İlhanlı hükümdarı Hülagü Han’ın karısı ve Dokuz kadın Hıristiyan’dı.Otağlarından birisi kiliseydi ve her sabah çan çaldırırdı. Seyyahlardan biri Hülagü Han’a ‘Dokuz kadının çaldığı çanlar sizi rahatsız etmiyor mu ?’ diye sormuş , Han’da : ‘Dokuz Kadın mutlu oluyor , o mutlu olunca bende mutlu oluyorum’ diye cevap vermiştir. Karasına duyduğu hürmet tarihi kayıtlara geçen Hülagü’nün kızı Tütegeç Hatun’da , ilim sahibi , Aydın , güçlü bir kadındı. İslam dininin öğretilmesi için , Erbil şehrinin yakınındaki Hüfteyan’da ibadethaneler , camiler , medreseler , tekkeler yaptırmıştı.
Geçmişten günümüze asaletin, temizliğin, gücün, erdemin temsilcisi olmuş Türk kadınları, Türk milletinin teminatı olarak zamanının ,İlBilge Hatunları, Burla Hatunları, Selcenleri , Arıkan Hatunları, Tütegeç Hatunları, Tomris Hatunları, Nezahat Onbaşıları, Şerife Bacıları, Nene Hatunları, Emir Ayşe'leri, Kara Fatma'ları, Kılavuz Hatice Hatunları, Tayyar Rahmiye'leri, Gördesli Makbule'leri olacaklardır...
Daha fazla bir şey yazmaya gerek yoktur sanırım...
Böylesi değer gören Türk Kadını ne oldu da böyle eziyet gören bir varlık oldu bunu da sizler düşünün diyorum...