Türk Töresi’nde erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilen Türk kadınından, şiddete maruz kalan Türk Kadınına nasıl evrildik.
Ailede söz sahibi olan Türk Kadını Ana ve Ata olarak kutsallaşmış, eş olarak ise Hanların Hanı olarak Türk töresinde yer bulmuştu. Hanlar Hanı Mete Han “Ben sizin hanınızım işte bu da benim “Han’ım” diyerek savaş kararlarını bile eşiyle birlikte alarak Türk Kadınının Hanların Hanına yön veren bilgeliğini, üstünlüğünü adeta haykırmıştır Türk Toplumuna.
Türklerle ilgili ilk ve en önemli yazılı kaynak olarak kabul edilen Orhon Kitabelerinde, “Türk toplumunda kadının yeri” kız çocuğuna verilen önem, kadının saygınlığı ve devlet idaresindeki rolü belirgin bir şekilde anlatılmış ve çağının diğer kavimleri ile ölçülemeyecek kadar öneminden bahsedilmiştir.
Türkler, belki de Şamanizm’in etkisi ile kadını erkekten ayırmamış, hatta ona bazı konularda erkekten daha çok değer vermişlerdi.
Dede Korkut Hikâyelerinde Türk Töresinde kadın dövmenin asla yerinin olmadığı vurgulanırken, Türk kaynakları dışındaki kaynaklarda da Türk kadınının yüksek karakteri ve iffeti övülmüştür.
Türk kadının tarih içindeki değerlerini başka milletler ile karşılaştırdığımızda, Türklerin kadına verdiği değer bir gurur abidesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkler 3. yüzyılda savaş kararını Kadınlarıyla birlikte alırken, Anglo-Saksonlar 11. yüzyılda kadınlarını satabilir, İngiliz asilzadeleri istedikleri kadınla sorgusuz sualsiz yatabilirdi ve dahası birçok Türk olmayan kavimde kadınlar ikinci sınıf insan muamelesi görmekteydi.
Uzun Hasanın yanındaki İtalyan Elçisi Barbara, karıları, çocukları ve hayvan sürüleriyle savaşa giden Akkoyunlu ordusunun yürüyüşünü anlatır: Kadınlar yürüyüşte önemli rol oynarlar. Güneşten korunmak için yüzleri at kılından yapılmış örtü ile kapalıdır. Çocuklarını bindikleri atların eğer kaşında taşırlar. Sol elleriyle hem atın dizginlerini, hem çocuğun beşiğini tutarlar. Sağ elde ise küçük parmağa bağlı kamçı vardır. Çocuklarını yürüyüşte iken emzirirler. Elçi, kadınların da gerektiğinde savaşa katıldığı kanısındadır. Başka bir Batılı gezgin, Türkmenlerden Dulkadiroğlu'nun 30 bin kişilik kadın askeri olduğunu yazar.
Uygurların atası sayılan Töles boylarının bazılarında çocuk doğuncaya kadar erkek, kadının ailesinin evinde oturur. Çin'in Kuzey komşusu bazı boylarda erkek, kadının ailesine gider, aile içinde çalışır, kadının bütün akrabalarına hizmet eder. Siyasal işlerde kadınlar öğüt verir. Türk boylarında erkek çocuk sahibi kadına tanınan üstün mevki, hatta oğul adına hükümdarlık bile yapabilme ayrıcalığı ve ananın erkek kardeşi dayıya verilen özel önem: ana-erkil düzenin kalıntıları sayılabilir. (Türk Tarihi Doğan Avcıoğlu Cilt 1: S: 219)
14. yüzyılda Alanya'yı ziyaret eden İbni Battuta (1304-77), Türk kadınlarının peçeli olmadıklarını ve Türklerin bu anlamda, erkeklerden daha yüksek bir toplumsal konum bahşettikleri kadınlara saygı gösterdiklerini yazmaktadır. Hatta kimi zaman babaların yeni doğacak çocuğun kız olması için dua ettikleri bile oluyordu. Türk aile yapısının tek eşli olduğunu belirten İbn’i Batuta şöyle der: “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların değeri ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.” diye yazmaktadır.
Tüm bu veriler doğrultusunda Türk töresinde kadına karşı işlenen şiddet ve suçun cezası ve yaptırımının idam olduğunu görmekteyiz.
Korkut Ata'nın “Bamsı Beyrek” öyküsündeki Banu Çiçek Khatun’da olduğu gibi Türk kadını özgürdür ve toplumda değerlidir, ok atar, kılıç kullanır ve güreş öğrenirdi.
Türkler kadınını toplumda baş tacı ederken; İngiltere’de XI. yüzyıla kadar kocalar karılarını satabilir Hıristiyan âleminde ise; kadına şeytan gözüyle bakılır, “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el sürdürmezlerdi. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Kral Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.
Roma hukukunda ise kadın, kendi malına hüküm edemez, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmeyip eksik uslu sayar, dul kadının evlenmesi bile suç sayılırdı.
Kocasının yanında ev ekonomisinin can damarı, aile kavramının vazgeçilmez unsuru yuvayı yapan dişi kuşu, ailenin “kadiri mutlak” danışmanı iken, lanetle anılan bir sultan, çocuk yapan, fakat çocuğu üzerinde bile en ufak bir söz hakkı olmayan saçı uzun aklı kısa bir süs eşyası ya da “ ağzı var dili yok” durumuna nasıl gelmiştir Türk Kadını.
Maalesef kadın Türk Töresinde yerini XV. yüzyıla gelindiğinde Bizans ve İran etkisi ile kurumlaşan harem kültürü nedeni ile dört duvar arasına kapatılarak kaybetmeye başlamış köylerde bu değişim yüzyıllar sürerken kent merkezlerinde etkisini hızlı göstermişti.