“Senin verdiğin umudu
geyik içse ölür, balık yutsa”
Biz – Gülten Akın
Son yıllarda gündem sırasını pek değiştirmeyen balık çiftlikleri çok yönlü görüşlere sahip olmaya devam ediyor. Özellikle de İzmir için. Foça, Karaburun, Seferihisar açıklarında konuşlanmakta hız kesmeyen balık çiftlikleri denizel ekosistemi nasıl etkiliyor? Sürdürülebilir balıkçılık olarak nitelendirilen bu çiftlik prensibi denizlerimizin sürdürülebilirliğine ket vuruyor olabilir mi? Görünmeyen ama hissedilen bu koloniler Ege Denizi hakkında olumsuz senaryolar üretmemize sebep verecek mi?
Balık çiftçiliği sürdürülebilir gıda yönetiminin unsurlarından biri olarak görülüyor. Sektörün amacı temel gıdaya hızlı çözümlerle daha kolay ulaşabilmenin ve talebi karşılayabilmenin bir zorunluluğu gibi gösteriliyor. Esasında üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke için balıkçılık sektörünün ilerleyebilmesi adına bu çiftliklerin gerekli olduğu fikrini benimsememizde zayıf kalıyor.
Çevresel Hususlar
Çiftliklerde üretilen canlılara, gelişiminin hızlı ve nihayetinde verimli olması için otomatik sistem ile verilen yemlerin içeriğinde denizlerde birikmesi sonucu oksijensiz ortama sebep olan nitrat ve fosfat bulunuyor. Yem atığı denizin dip bölgesinde birikebiliyor. Su deviniminin düşük olduğu denizlerde bu birikme daha çok gözlemleniyor. Devinimin yüksek olduğu açık denizlerde ise atık dağılımının daha kümülatif yöntemler ile izlenmesi gerekiyor.
Kısıtlı alanda yaşamın sağlanabilmesi adına oluşabilecek hastalıkların önlenmesi için balıklara verilen antibiyotikler denizlere bir atık olarak ulaşıyor. Bu antibiyotiklerin vücuttan atılma süreleri olduğu için insanlara doğrudan ulaşması mümkün olmuyor. Fakat doğal denizel ekosisteme yabancı bir kimyasal yüklemesi söz konusu.
28.10.2020 tarihli Resmî Gazete’ de yayımlanan Denizlerde Faaliyet Gösteren Balık Çiftliklerinin Çevresel Yönetimi Yönetmeliği’nde su yetiştiriciliği bölgelerinde yapılacak çalışmalar için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci ve faaliyet halindeki çiftliklerin denizin özümseme kapasitesini artırarak üretim alanının hassas alana dönüşmesine sebep olmaması için alınacak önlem ve raporlamalar üzerinde duruluyor. Yönetmelikte sınır değerleri aşan çiftliklerin üretim faaliyetinin durdurulacağına dair madde bulunuyor. Bu yönetmelik uyarınca faaliyetine ara verilen bir tesis henüz yok.
En son geçtiğimiz mayıs ayında, Sığacık’ta, kurulması planlanan balık çiftliği için körfezin iç kısımlarında konumlandırılması sebebiyle “Koylarımızda Balık Çiftlikleri İstemiyoruz” sloganları ile ÇED süreçlerinden biri olan Halkın Katılım Toplantısı’nda tepki verilmişti. Toplantı halkın onay kararı ile sonlanmadığı için süreç devam ediyor.
Sosyo-Ekonomik Hususlar
Balıkçılığı geleneksel usul ile yapmaya devam eden acemi balıkçıların ve küçük ölçekli işletmelerin yeterli destek olmadan bu işten maddi gelir sağlaması zor. Yem, motor yakıt ve işçilik süresi düşünüldüğünde ufak çaplı bir av planı günümüz koşullarında neredeyse 20.000₺ değerine ulaşıyor. Kâr amacı güden balıkçılar aracılığı ile tezgahlara gelen balıkların fiyatları doğrudan artarak halkın alımını zorlaştırıyor.
Öte yandan büyük bir balık çiftliğini ele aldığımızda; kaptan, dalgıç, mühendis, elektrik-bakım teknisyenleri ve diğer çalışanların olması gerektiğini varsayarak en az 200-300 kişiyi istihdam etme potansiyeli olan bir sektör göz ardı edilemiyor.
Somon endüstrisinin önemli bir yeri olan Şili’de, yüksek kapasiteli çiftlik alanlarından yalnızca birinde önlenemeyen enfeksiyonun yayılması ile somon anemisi hastalığı ortaya çıkmış ve karantinaya alınan çiftliklerin üretiminin durdurulması Şili ekonomisinin çökmesinin ana sebeplerinden biri olmuştu.
Bitirirken…
Tüm değindiğimiz hususlara ek olarak, kendi yakınlarımız ile çokça bahsini geçirdiğimiz, çiftlik balığı ile yaban balığının tat olarak son derece birbirinden farklı olduğunun kolaylıkla anlaşıldığı fakat bu konuda tecrübeli insanlar tadın yanı sıra bazı fiziksel görünüşleri ile iki türü ayırt edebiliyor.
Üretilen bir canlının dahi özgür olma isteği bakidir. Çiftlik balıkları kendilerine tanınan alanın dışına çıkma dürtüsüne kapıldıklarında burunlarını bulundukları kafese çarpıp bu döngüyü dürtüleri boyunca devam ettiriyor. Zamanla çarpmanın etkisiyle kararan burunları tezgahlarda yer aldığında, çiftlikten geldikleri fark edilebiliyor.
Karaburun’dan gelen kara burunlu balıkların üreme alanlarının denizel çevreye yarattıkları etki elbette minimize edilebilir. Dünyada iyi uygulamaları ile örnek olabilecek işletmeler varlığını koruyor. Ancak bu sektörün emekçi çalışanlarına verilecek destek ile geleneksel ve modern yöntemlerin çevreye zarar teşkil etmeden harmanlanacağı uygulamalar ortaya koymak ülkemiz için daha değerli olacaktır.