İsrail'in abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'nin kuzeyinde başlattığı saldırılar gün geçtikçe şiddetini arttırıyor. Bölgenin güneyine de yayılan işgal sırasında kadın, çocuk, hastane, ibadethane ayrımı yapmayan İsrail ordusu karadan, havadan ve denizden bomba yağdırıyor.
Böylesine korkunç bir atmosfer var. Daha ana rahminde ölen bebekler, panzerlerle ezilen çocuklar, anneler, babalar, feryatlar, ağıtlar birbirine karışıyor.
Dijitalleşen dünyada an be an gözler önüne serilen bu korkunç katliamı İsrail'in algı çalışmaları bile perdeleyemiyor.
Apaçık bir katliam, apaçık bir soykırım tüm dünyanın gözleri önünde sürüyor.
Küresel vicdanı titreten ölüm ve yıkım görüntüleri karşısında ABD ve İngiltere gibi ülkelerde bile büyük kitleler sokaklara dökülüyor.
Bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda Gazze Sağlık Bakanlığının 7 Ekim'den bu güne süren İsrail saldırılarında çoğunluğu kadın ve çocuk olan 20 bin 915 kişinin öldüğünü açıklamasıyla irkildim.
Ve elbette enkaz altında binlerce kişi...
Bu acı tabloyu rakamlarla ifade etmek bile utanç verici iken dünyanın katliama sessiz kalmasını kelimlerle ifade etmek oldukça güç.
Şunu iyi bilmemiz gerekiyor ki ölüm kusan İsrail'in bu vahşeti 7 Ekim sonrası ile sınırlı değil. BM'de tanındığı 1948'den bu güne insanlığa karşı suç işleyen İsrail'in, çocukları ve kadınları öldürmesi yeni değil...
Filistin topraklarında planlı ve sistematik olarak işlenen bu cinayetlere karşı sesi en gür çıkan ülke yine Türkiye...
İsrailli yöneticilerin nükleer silahtan bile söz etme aymazlığını gösterdiği bir ortamda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan'ın varlığı insanlığa karşı suç işleyenlerin en büyük rahatsızlığı olmaya devam ediyor.
Camileri, kiliseleri, okulları, hastaneleri, yerleşim yerlerini, içme suyu şebekelerini, enerji hatlarını bombalayan, kadın, çocuk demeden öldüren İsrail ordusu ve buna çanak tutan kim varsa açıkça bu savaş suçlarının ortağıdır.
En temel insani değerlere saldıran hatta savaşta bile kullanılması yasak olan mühimmatları mazlum Filistin halkına atan İsrail'in bu eylemleri elbette Türkiye'nin girişimiyle uluslararası ceza mahkemesi konusu olacaktır. Nitekim Cumhubaşkanı Erdoğan da buna yönelik ciddi bir hazırlık yapıldığını dünya kamuoyuna açıkladı.
Türkiye Filistin halkına insanı yardım ulaştırmak için yoğun bir çaba sarfediyor. Bunun yanında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın öncülüğünde katliamın bir an önce durması için yoğun bir diplomasi yürütüyor.
Bütün bunlar olurken son yıllarda dünyanın değişik coğrafyalarında çıkan krizlerde yaptıklarından çok yapamadıklarıyla konuşulan Birleşmiş Milletler (BM) ise yine çaresizce katliamı izliyor.
Çünkü BM'de artık yapısal reform ihtiyacı yüksek sesle konuşuluyor. Dünyanın kaderinin 5 ülkenin iki dudağına sıkışamayacağını en yüksek sesle dile getiren en önemli küresel aktör olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öne çıkıyor.
Çünkü, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Ekim 1945’te kurulan BM kağıt üzerinde dünyayı bu sorunlardan kurtarmak için kurulmuş olsa da israil'in Gazze'de yaptığı soykırımı durdurmaya da çare olamadı. Bilindiği üzere BM Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi ülke bulunuyor. ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere… İşte bu ülkelerden biri bile veto hakkını kullansa bir arpa boyu ilerleme kaydedilemiyor.
Bugün gelinen noktada BM "endişelenen" ve "kınayan" bir yapıya dönüştü. İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan "Dünya 5'ten büyüktür" diye haykırıyor.
BM Genel kurulunda önce 121 ülke İsrailin karşısında yer aldı. 40 çekinser oya karşılık 10 ülke ise İsrail yanında yer aldı. Burada da görülüyor ki İsrail giderek yalnızlığa mahkum hale geliyor. Ancak ABD'nin veto hakkı ile yapacağından geri durmuyor.
Yeni dünya düzeninde bu durum daha fazla böyle gitmeyecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neden “Dünya 5’ten Büyüktür” ve “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” dediği önümüzdeki süreçte çok daha iyi idrak edilecektir.
Umarım tüm dünya liderleri Gazze’de yaşanan yüzyılın en büyük soykırımına biran önce "dur" der…
Umarım daha fazla masum çocuk ve kadın katledilmez… Umarım Gazze’nin sokaklarında neşe ile oynayan çocukların sesleri duyulur. Gazze’nin sokaklarını barut kokuları değil de kadınların sevgiyle pişirdiği yemek kokuları sarar.
KUDÜS VE TÜRKİYE'NİN TERÖRLE MÜCADELESİ
Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa'yı içinde barındıran ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in “İsra ve Mirac" hadisesinin yaşandığı yer olması bakımından tarihimiz boyunca bizim için de oldukça büyük öneme sahip bir kenttir. Kutsal bir şehirdir. Tüm bunlara ek olarak Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi ile birlikte kıyamete kadar yaşayacak, namahrem eli değmemesi gereken İslam’ın üç hareminden birisidir.
Hatta, bu topraklar, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi birçok peygamberin de yaşadığı yahut bir süreliğine olsa da bulunduğu yerdir. Tüm semavi dinlerin kutsal saydığı topraklardır.
İsrail’in saldırılarının hem tarihsel arka planına hem de bugünkü sebep ve sonuçları ise ayrıca irdelenmesi gereken bir konudur.
Bugün milletimizin birliği ve aziz vatanımızın bütünlüğü için terör örgütlerine karşı amansız bir mücadele veriyoruz. Bu uğurda şehitler veriyoruz. Hepsine Allah'tan rahmet, başta eli öpülesi anneler olmak üzere yakınlarına başsağlığı diliyorum. Irak'ın kuzeyinde ve güney sınırımız Suriye'de bölücü terör örgütüne kahramanlarımız nefes aldırmıyor.
İşte yakın coğrafyamızda yaşananları Türkiye'nin terörle mücadelesinden bağımsız düşünemeyiz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail'e yönelik "Ülkemiz topraklarını da içeren vadedilmiş topraklar hezeyanıyla nükleer silah kullanma tehditleriyle sabrımızı zorluyorlar." sözleri de tarihe düşülmüş bir not olarak kadim devletimizin karşı iradesini gösteriyor.
Gazze'ye yapılan bu acımasızca yapılan bu acımasızca vahşeti dünya ülkeleri seziz seyretmelerini şiddetle kınıyoruz