(Alevilik ve Sünnilik) Ortaya Çıkışı
İslam dininin bidayeti Hz. Muhammed ve Kuran’la başlar.
Kuran, icazı ve belagati (Arap dilinin içerdiği özellikler) bakımından emsalsiz ve benzersiz bir kitaptır. İçerik bakımından hayata dair temel prensipler vazeden bir ahlak kitabıdır.
Bu vesileyle Dini meseleler söz konusu edildiğinde, bu konuda başvurulacak yegâne kaynak Kur’andır. Zira bu kitap Allah tarafından indirildiği için kıyamete kadar yine onun tarafından korunmaktadır. Bu gerçeği Allah Hicr suresi 9. Ayette şöyle bildirmiştir; “(Kur’an’ı) Biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” Ayrıca Fussilet suresi 42. Ayette de “O’na ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.” Buyurmaktadır.
Peygamber hayatta iken, inanan herkes indirilen ayetlere göre bir yaşam biçimi oluşturmuştu. Bu nedenle o dönemde insanlar arasında Adalet, eşitlik, kardeşlik ve dayanışma hüküm sürmüş ve gerçek saadete erişilmişti.
Ama Peygamber vefat ettikten sonra, O’nun yerine geçecek Halife hususunda sahabe arasında ilk ihtilaflar meydana geldi. Ensar, Halife Ensari’lerden olmalı derken, Muhacirler Halife’nin Mühacirlerden olması gerekir deyip, her iki tarafın da, kendi liyakatlerini peygamberden duydukları hadislerle dile getirmeye çalıştılar. Bazıları Ensar’dan Sad bin Ubbade, Muhacirlerden de Sad bin Muaz olmak üzere iki Halife olsun dediler. Ancak bu teklif de kabul görülmedi. Nihayet Sakife’de toplanan sahabe uzun tartışmalardan sonra Muhacirlerden olan Hz. Ebubekir’de karar kıldılar. Bu arada Hz. Ali ve yakın akrabaları Peygamber’in cenazesini yıkamakla meşgul oldukları hengamede seçilen Halifeye Hz. Ali ve ailesi ilk önce biat etmedi. Daha sonra Müslümanlar arasında yeni bir fitneye sebebiyet verilmemesi için Hz. Ebubekir’e biat edildi.
İkinci Halife Hz. Ömer ile üçüncü Halife Hz. Osman da Kureyş kökenlidir. Haşimi kökenli Hz. Ali seçilince, Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin Hz. Ali taraftarları arasında bulunduğunu bahane ederek, Hz. Ali’ye biat etmeyip isyan etti. Halbuki Hz. Ali Müslümanlar tarafından ittifakla meşru bir halife idi. Meşru Halife’ye karşı çıkmak dinen asilik yani suç sayılmıştı. Bu nedenle Muaviye Sıffîn Muharebesi’ne sebep oldu, binlerce Sahabe öldü. Daha önce, ikinci ve üçüncü Halifelerin suikasta kurban gitmeleri, Hz. Aişe validemiz ile Hz. Ali arasında çıkan Cemel Vakası, ona müteakip Hz. Ali ile Muaviye arasında Sıffîn’de meydana gelen savaşlarda ölen binlerce Müslümanların kanının vebali ne olacaktı! Sorusuna verilen cevaplarda Müslümanlar arasında fikri manada farklı görüşler ortaya atıldı.
Mutezile, “katil, zina, sihir, kul hakkı” gibi büyük günahları işleyenlerin ne cennete ne de cehenneme gitmeyeceklerini, ikisi arasında bir menzilde(Araf’ta) kalacaklarını ifade ederken, Hariciler, büyük günah işlemiş olanların cehenneme gideceklerini söylemiştir. Mürcie Fırkası da bu konularda hüküm vermek insanların yetkisinde olmadığını, muhakemenin ahirete bırakılması gerektiğini ifade etmişlerdir.
Ehli Sünnet ise, savaşan her iki tarafın da gayesi hakikati ortaya çıkarmak olduğundan katil de maktul de cennettedir deyip kendince fitne kapısını kapatmaya çalışmıştı
Fakat kapı kapanmamış Hz. Hüseyin ve ailesi, Muaviye oğlu Yezit tarafından Kerbelâ’da vahşice katledildi. Bu olaylardan sonra İslam dünyası, Şii veya Alevi- Sünni olarak iki temel fırkaya bölündü,.
Sünniler kendi aralarında (Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli) olmak üzere dört mezhebe ayrıldı, bunlara göre dört Halife de meşru ve muteber sayılmıştı.
Şia da kendi arasında irili ufaklı yirmi dört fırkaya bölünmüştür. Bunların içinde günümüze kadar ulaşan İran’daki İmamiye ile bazı Körfez ülkelerinde bulunan Zeydiye mezhepleridir. Şia’nın bu iki koluna göre sadece Hz. Ali’nin halifeliği meşru diğer Halifeler ise yönetimi zorla ele geçirdikleri için hilafetleri geçerli sayılmamıştı. Her iki tarafın da kendilerine göre meşru gördükleri gerekçeleri vardı.
Anadolu Aleviliği ise, esas itibarıyla Caferi, Eşari ve Matüridi gibi fıkhi, ameli yanı bulunmayan siyasi bir meşrepten ibarettir. Tıpkı bazı Sünni tarikatlar gibi, dini kaynakları Sünni ve Caferiler, Ehlibeyt misali kuran sünnet, icma, kıyas değil, dede ve pir dedikleri Şeyhlerinin söz ve dizeleridir.
Anadolu Aleviliği daha sonra farklı bir yola evrilmiştir. Yukarıda ifade ettiğim gibi, Dini öğretileri bir semavi kitaptan değil, dedeler vasıtasıyla mistik olarak nesilden nesile aktarılan bir geleneğe dönüşerek bir inanç sistemi olmuştur. Eğer bu günkü Alevilik gerçek manada Hz. Ali’ye bağlılıktan ibaret ise, o zaman Hz. Ali’nin metodu takip edilmelidir. Ateizmi ve deizmi benimsememiş her Alevi Muhammedidir, Kur’anî’dir ve İslâmî’dir. Aynı şey Sünniler için de geçerlidir. Kim İslâm’ın dışındaki fikir ve ideolojileri benimsemeyip, peygamberin, Ehlibeytin ve Ashabın sünnetini, siretini, yolunu takip ederse o Sünni’dir. Aksi taktirde istek ve arzularını kendisine din edinmiş olur.
Sünnilik peygamberin sünnetinden ayrıldığında peygamberden de kopacağı gibi, Alevilik de Hz. Ali’den koparıldığı taktirde geride Alevden başka bir şey kalmayacaktır…
Netice itibarıyla Kur’an’ın tarif ettiği Müslüman profili, Hz. İbrahim’e millet ve Hz. Muhammed’e ümmet olarak imanlı, erdemli, ahlaklı, dürüst ve adil bir şahsiyet oluşturmaktır.
Saygılarımla