Değeli dostlar; bugünkü cuma sohbetimde elinizden tutup geçmişe götürmek istiyorum. Gelin Yaklaşık 1450 yıl önce İslâmiyet’in merkezi olan Mekke’nin cahiliye dönemine gidelim. Etrafı irili ufaklı 600 dağla çevrilmiş, kurak ve sıcak iklime sahip, site devletine gidelim. Yönetim şekli, aşiret kavmiyet ve ırk üstünlüğüne dayanmaktadır. “Parlementosu Darünnedve’dir. Dini, çok tanrılı şirk anlayışına dayanır. Kurak bir yer olduğundan geçim şekli, fakirleri küçük çapta tarım ve hayvancılıkla uğraşır, zenginler Yemen ve Şam’a yaptıkları ticaret kervanları ile geçinir, geriye kalan orta sınıfı avcılık, kalan kısmı ise hırsızlık, gasp, yol kesme gibi yasa dışı işler yaparlardı. Burası aynı zamanda zulmün tavan yaptığı, güçlünün zayıfı ezdiği ve köleleştirdiği, emniyet ve emânın olmadığı can, mal ve ırzın güvenliğinin kalmadığı bir yerdi.
Nüfusunun %99'unun okuma yazma bilmediği bir kentteyiz. Burada peygamberin dedelerinden Kusey bin Kilab'ın evinde güçlüler toplanıyor, fakirleri ezecek kararları alıyor, yaşam günden güne dayanmaz hale geliyordu. Artık gökteki melekler de yerdeki insanlar gibi bir kurtarıcının gelmesini Allah’tan bekliyordu. Mekke’de durum böyleyken Miladi 610 yılında son peygamber Hz. Muhammed son kurtarıcı olarak başta Mekke olmak üzere tüm âleme peygamber olarak gönderildi Bir minber misali Safa Tepesi'ne çıkıp Mekke halkına şöyle seslendi; "ben size bu dağın arkasında gizlenmiş, sizi yok etmek için bekleyen bir düşman ordusunun beklemekte olduğunu söylesem bana inanır mısınız" dediğinde, oradakiler, "biz senin yalan konuştuğuna hiç şahit olmadık ki" dedikten sonra peygamber onlara şöyle seslendi:
"Ey insanlar! Ben size Allah tarafından bir uyarıcı ve müjdeci olarak gönderildim.
Hepiniz Adem ve Havva’dan meydana geldiniz. Kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece sorumluluk bilinciyledir.
Birbirinize zulmetmeyin
Birbirinizi aldatmayın
Malınızı israf etmeyin
Rüşvet ve faiz yemeyin
Birbirinizle alay etmeyin
Vaatlerinize sahip çıkın
Adil olun
Dul, yetim ve kimsesizleri koruyun
Kadınlara iyi davranın
Şirk, adam öldürmek, sihir, zina ve her türlü kul hakkından sakının, dedi.
Risâlet’inin yirmi üç yıllık zaman dilimi içinde bunları her gün anlattı. Anlatırken Rabbi ona şöyle bir dil kullanarak anlatmasını emretti;
"(Bütün insanlığı) hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır; ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış; şüphesiz, O'nun yolundan kimin saptığını en iyi bilen senin Rabbindir; ve yine doğru yola erişenleri de en iyi bilen O'dur."
(Nahl Suresi-125. Ayeti)
Bu çağrı kabul gördü, bu üslup tesir etti. Bu çağrıya önce yoksullar, mazlumlar ezilenler icabet etti ve merhamet dalga dalga yayıldı böylece Muhammed’i davet Muhammed’i Devlete dönüştü. Yirmi üç yılda üç kıtada şirkin, nifakın ve her çeşit zulmün kökü kazıldı. İnsanlığa ebedi bir huzuru ve mutluluk geldi.
Peki kendisi ümmi ( okuryazar olmayan) biri olarak bütün bunları nasıl başarmıştı?
1- O Muhammed’’ül EmÎn’di. Hiç yalan konuşmamış kimseyi aldatmamış, kimseyi küçük düşürmemiş, kimsenin hakkını yememiş dul yetim ve yoksulların umudu olmuş zalime karşı hep mazlumun yanında yer almıştı
2- Mütevazi bir hayat yaşıyordu. Halktan biri gibiydi. Kimseyi ötekileştirmiyor, herkesi kucaklıyordu.
3- Kul hakkını, komşu hakkını, kamu hakkını titizlikle gözetiyordu. Bundan dolayı yönetiminde bulunan Yahudi, Ermeni, Asûri ve Mecûsi herkes güvende ve yaşamından memnundu. Çünkü O, her konuda insanlığa bir rol modeldi. Sonra bize ne oldu?
Peygamber o peygamber, kitap o kitap olmasına karşın, insanlar farklı insan oldu. Nice 23 yıllar geçti ama biz bir daha o nezih ortamı yakalayamadık. Çünkü ayetleri tersyüz ettik de ondan. Kul hakkı haramdır dedik, lakin onu biz de yedik. Rüşvet haramdır dedik fakat ona başka kılıf bulduk. Faiz haramdır dedik gizli aleni yemekten çekinmedik. İsraf haramdır dedik, Karun gibi savurduk. Menfaati hakedene değil, sadece arkadaşa, yandaşa, yoldaşa verdik. Adalet dedik, adil dağıtmadık. Merhamet dedik, ötekileştirip şeytanlaştırdık. Sevgi alıp, kin sattık. Zalimi sevindirip, mazlumu üzdük. Güçlüyü yanımıza alıp güçsüzü ezdik.
Gençliği aç, cahil bırakıp şiddete, şöhrete ve şehvete mahkûm ettik. İslâm’ı asrın idrakine sunmadık. Kendi meşrebimizin çıkar alet ettik. Vakıflarımız ve derneklerimizle zenginleştik.
İslâm’ı besleyeceğimize ondan beslendik. Peygamberin fakirliğini (sade yaşam tarzını) Harun'ca anlatıp Karun'ca yaşadık. Velhasıl, aklımızı bilime, ruhumuzu hilme, kalbimizi ilme kapattık. Biz zarar ettik zarar verdik.
Zararın neresinden dönsek, kârdır temennisiyle.
Saygılarımla